Bozcaada... Nereden başlasam bilmiyorum. Anılarımı buraya sığdırmam imkansız. İlk defa yolunu bilmediğim bir yere gidiyordum. İlk defa kaybolmak bu kadar güzel gelmişti. Kaybola kaybola gittiğim ve her gidişimde geri dönmemi istetmeyen bir yerden bahsedeceğim sizlere. Orada sizi çeken başka bir duygu var, nasıl denir tatlı huzurlu bir his. Yıllar önce gördüğüm bir rüyamda bir feribot iskelesindeydim, daha önce hiç gitmediğim. Lapseki iskelesiymiş. (Hatırladıkça tüylerim ürperir.) Karanlıktı, bir feribot iskele telaşesi vardı sırada übekleyen araçlarda. Gece 4-5 olsa gerek ki rüyamda bile uyku sersemi bir halde kapişonlu siyah üstümü giymiş dışarda feribot bekliyordum, araçların kapıları açık anne baba ve çocuklar vardı. Bozcaada isimli nostalji bi feribota binmiştim. Yolda giderken Lapseki feribotu çıktığımız iskeleye dönüyordu. Ne olduğunu anlamadan uyanmıştım. Neredeydim? Nereye gidiyordum? Nerede olduğunu öğrenene kadar Lapseki’nin nerede olduğunu bilmiyordum. En çok Bozcaada feribotunda aklım kalmış halde uyanmıştım. Sanki birisini beni çağırmış gibiydi. Beni bekleyen birinin varlığı halen üstümde. (Gideceğini de sanmıyorum.)
O gün araştırdım, Bozcaada’ya nasıl giderim hiç araştırmadan, hiç düşünmeden otobüs bileti almaya gittim. Hatta bilet aldığım gişede Çanakkale demeden önce Bozcaada’ya bir bilet! demiştim. Yaşlı amca başı eğik yazı yazarken başını kaldırmadan gözlüğünün üstünden bana baktı, "Çanakkale mi istedin?" Bende “bilmem” demiştim. Elime bir Çanakkale Ezine'ye gidecek bir bilet tutuşturdular. (Bilet aldım ama nerede kalacağım bilmiyordum.) Velhasıl bindim otobüse gidiyorum. Uyku uyumuyorum heyecandan. Sanki beni bekleyen birisine gidiyorum ,hasret kalmışım özlemişim. Küçük çocuk gibi heyecanlıyım. Saate baktım, 4-5 civarı bir anda otobüs durdu, siyah pantolon beyaz gömlekli muavinler geldi, otobüsün ışıkları kapandı. Aşağıya indim. (Ben burayı daha önce gördüm; ama nerede?....) hemen önümüzde kapıları açık beyaz bir otomobil, küçük bir kız ve ailesi çay bulmuş içiyorlar. Ayaz var. Bir baktım otobüsümüz Lapseki yazılı bir feribota biniyor. Uykum var, uyku sersemiyim uyuyamıyorum. Siyah kapişonlu var üstünde,ellerim polarımın cebinde, önümdeki bir babanın kızının polarının fermuarını çekmesini izliyorum. Feribottayım, denizin ortasındayız; ama nasıl bir dalga var... Bende dışarıdayım. Karşıdan gelen feribota bakıyorum. Bir feribot ters istikamet geçiyordu yanımızdan. Kanım donmuştu o an. (Uykum açılmıştı o an titremeyle.) (Bu arada feribot isimlerine takıntılıyım, babam Gemici,gemilerde çok vaktim geçmiştir.)
Bozcaada Sokakları |
Otobüs feribottan inip devam ediyor. Bir yere gidiyorum; fakat nereye bilmiyorum. Heyecanım hiç dinmeden zifiri karanlık olan yolu izliyorum. Saat 5 gibi Çanakkale Otogarı'na bırakıldım. (Oysa Ezine’de inmeliymişim oysa.) Orada sabaha kadar çalışan dolmuşlar var. Onlara binip Ezine Otogarı'na geçtim. Halen neredeyim bilmiyorum. Yaşlı bir amcaya (yaşı tahminimce 80'lerdeydi.) Bozcaada’yı sordum. Amca bana bir baktı ve şöyle dedi “Geyikli İskeleye gidiveğcen, 10 dakika yürür gidiverirsin, gençsin beya!!” Saat daha 6, Geyikliye ilk dolmuş saat 7'de. Bende iyi bari yakınmış yürürüm dedim çıktım, yolun sağından yürümeye başladım. Yürü yürü deniz yok bir şey yok. Derken, bir araba yanaştı. Bir adam camı açıp: “İstemeden kulak misafiri oldum, Bozcaada’ya gidiyorsun sanırım “ dedi ve beni iskeleye bıraktı. Arabayla 15 dakika sürdü:)
Geyikli İskelesi'ndeydim. İlk feribotu bekliyordum. Bir tost aldım bir de çay. Allah'ım tadı nasıl güzel. Başka bir şey var bunda. Deniz kenarından bir yer gözüküyor; ama Bozcaada neresi, gemi nereye yanaşacak bilmiyorum. Bilet aldım. Feribotta bekliyorum. (Ayaz devam ediyordu.Esiyordu.) Bir fotoğraf çektim. Bir an dedim ki ben yıllar sonra buraya kızımla ve eşimle de geleceğim. (Fotoğrafını çektiğim yer boştur, kızım ve eşim gelene kadar oranın boş halini her gittiğimde çekiyorum. Günün birinde diyeceğim ki: “Ben sizi hiç yılmadan bekledim, benim yanımda hep vardınız.” (Yıllardır beni bir duygunun koruduğuna inanıyorum. Sanki bir güç var beni koruyan.) Feribot Bozcaada’ya yanaşıyor. Nasıl heyecanlıyım. (şu an nabzım değişti.) Nereye gideceğimi şaşırdım. Duvarlarda afişler. Bağbozumu diye bir şey varmış. İnsanlar toplanıp toplanıp Bağbozumu'na gidiyormuş. Üzüm bahçelerime gidiyor. Şarapevlerin gidip şarap içiyor, Ayazma Plajı'na gidiyor. Beylik Koyu'na gidiyor. (“O gemi” artık yok.) Polente Feneri'ne çıkıp gün batımını izliyor bir daha şarap içiyorlar. Rum mahallesinde dolaşıyorum. Huzurluyum. Sakinim. Mutluyum... Battıbalık diye bir yer var. Hafif kısa boylu, sarı saçlarını toplamış mavi güzel bir gömlek gitmiş biri vardı. Yürümeye devam ettim. Fotoğraf çekip yürüyordum. Bir abla gülerek "günaaaydııın!!”dedi. Ben de şaşırdım. Arkama döndüm baktım. Kimse yok. Abla "sana diyorum" dedi gülerek, ben de "günaydın" dedim. Yürümeye devam ettim.
Şimdi ise Bozcaada feribotunu gördüğünde feribota doğru koşan, (bunun için polislere iki saat “vallahi bu feribotu çok seviyorum, bir problem olduğu için koşmuyorum.’’ diye dil döküyorum.
Emre
Emre
Yorumlar
Yorum Gönder