Herkese merhaba,
Bugün çok uzun zamandır yazmayı planladığım bir türlü yazmaya başlayamadığım uzun soluklu bir yazı dizisinin birinci ayağındayız. 2017 yılının yazı için ben ve 4 yakın arkadaşım bir plan yapalım dedik. Hepimizin gezme ve yeni yerler görme heyecanı fazla olunca biz de çapı biraz açarak ülke dışında Avrupa turuna karar verdik. Her şey çok güzel; hepimiz öğrenciyiz ve bu iş az maliyetli olmalıydı. Hal böyle olunca Interrail yapalım dedik.
Her gün bir kafadan bir ses “şuraya gidelim burayı da görelim” derken bir rota oluşturduk ve ilk durağımız ROMA oldu! Herkes çok heyecanlı çünkü Roma’da 2 gece kalacağız -acaba yeterli mi? trene binip yeni yerlere gitmeyi becerebilir miyiz? Gibi bir sürü soru var akıllarda, kimse bu tedirginliği yansıtmıyor derken geldik Roma’ya.
Fiumicino Havalimanı’nda indik, Haziran’ın ortası hava çok sıcak, hepimizin sırtında 10 kiloya yakın çanta, ayarladığımız Termini bölgesindeki bir hostele gideceğiz. Öğrendik ki oradan otobüs bileti alarak 1 saat yol gitmemiz gerek, tamam dedik. Hemen biletlerimizi edindik ve otobüse bindik. Her yer yabancı, gidiyoruz her şey ilgimizi çekiyor bir sağa bir sola bak derken geldik… Hostelde bize 5 kişilik bir oda verdiler biz de eşyaları bırakıp hemen gezmeye koyulduk; zaman kaybedemezdik!
Herkesin kafasında İtalya deyince makarna, pizza, tiramisu, dondurma gibi hemen yemekle ilgili şeyler geliyordu; ama Roma deyince dondurma geliyordu. Sokakta yürürken dondurmacıları görüyoruz – hepsi birbirinden gösterişli külahlara sahip çeşit çeşit dondurmalar... Artık birini deneyelim dedik. Gördük ki bazı dondurmacılarda top usulü para alıyorlar bazılarında ise az önce bahsettiğim gösterişli kornetlere göre para alıyorlar. Yani şöyle dışı çikolatalı olan 2 top alıyor, dışı bonibonlu olan 3 top alıyor ve siz aslında kornete para veriyorsunuz. (buraya trajikomik bir not düşeyim hiç havalı kornette yiyemedik 😊 ) Gerçekten dondurmayı beğendik ve yazın sıcağında hem ferahlatıyor hem de alabildiğimiz en uygun şey olunca günlük rutinimiz haline gelmişti artık. - Bir de İtalyanca da dondurmaya “Gelato” deniyormuş aramızda bir muhabbeti olmuştu.
Şehrin her yerini yürüyerek geziyorduk genelde ancak kaldığımız yere uzak olan yerler için metro kullanıyorduk. Metro biletleri aslında uygun fiyatlı olsa da biz devamlı binemiyorduk. İlk gün metro ile Colesseo durağında inerek Kolezyum’a gittik (giriş 18 Euro); ancak kapıda gezi kafileleri o kadar çoktu ki sıra almış başını gidiyordu ve içeri girmekten vazgeçtik. Dışarıdan çevresini gezdik fotoğraflar çekildik. Böyle güzel bir şeyin bunca yıldır hem korunmuş olması hem de güzelliği insanı etkiliyor.
Kolezyum’dan sonra hemen yakınlarında olan Roma Forum’a gittik. Dünyanın en büyük arkeolojik alanlarından biriymiş ve aynı zamanda eski zamanlarda Roma’nın hukuk ve ticaret merkezi aynı zamanda Pazar alanıymış tabi bizim böyle bir tarihsel bir merakımız yoktu ancak yapılara baktığımızda geneli zarar görmüş veya harap olmuş şekildeydi diyebilirim kendi görüşümle 😊 Gezmek için çok bir zaman ayırmadık ve hemen şehrin diğer güzelliklerine doğru ilerledik.
Belki de Roma deyince hepimizin aklına Fontana di Trevi (Aşk Çeşmesi) geliyor. Fontana “çeşme” Trevi ise “üç” demek. 3 denmesinin sebebi; 3 kaynak suyun bu çeşmede buluşmasından dolayıymış. Gezi rehberine kulak misafiri olarak öğrendiğimize göre; bir rivayete göre bir savaş sırasında askerler susuz kalmışken burada bir çeşme belirmiş ve herkes buradan su içerek susuzluktan ölmekten kurtulmuş. Çeşme diyoruz ama bizim buradakilere benzemiyor baya baya heybetli, üzerinde birçok heykel bulunuyor. Büyüklüğüne rağmen bir o kadar da kalabalık - yani çeşmenin yakınına gelip oturup para atmak, fotoğraf çekilmek için ya boş olduğu saatler gideceksiniz ya da biraz savaşmanız gerek 😊 Adete göre eğer bozuk Euro atarsanız tekrar Roma’ya geleceğiniz veya Aşk çeşmesi dendiği için sanırım aşkı bulacağınız söyleniyor. (Biz 1 TL atmıştık şuan görüyoruz Euro almış başını gidiyor ve biz de bir daha Roma’ya gidebilir gibi durmuyoruz :D)
Aşk Çeşmesi, Roma (Fontana di Trevi) |
Bahsetmeyi unuttuğum bir diğer nokta -ki bence bizim için baya önemliydi; geziye gitmeden önce suya para vermek yerine şehirde bulunan çeşmelerden su doldurup içebilirsiniz gibi bir bilgi edinmiştik. Belki de en altın bilgiydi çünkü normal küçük boy bir şişe 1 Euro olduğunu düşünürsek, bu bilgiyi bilmeseydik haziran ayı boyunca günlük olarak suya verdiğimiz para hayli çok olacaktı; o yüzden çeşme görünce hemen mataralarımızı doldururduk. Roma çeşmeler konusunda hayli zengin, çeşme suyunun tadı da marketle aynı bence 😊
Gelelim başka neler denedik: Tabi ki Tiramisu! Tiramisu tatmaktaki amacımız “geldik tadalım” değil de “bildiğimizden farkı ne?” gibiydi ve birçok durağımız vardı -paramızı savurmak da istemiyorduk hal böyle olunca hemen bir tane tadımlık tiramisu aldık. Pompi adında küçük bir dükkan var. (hatta az önceki makarnacı ile karşı karşıyayalar). Roma’da tiramisu deyince herkes burayı öneriyor. Gelelim tadına: bence fazla kremamsıydı; yani hem yumuşak hem de çabuk dağılıyordu. Genel olarak iyiydi ama “ooo bu da neymiş, biz tiramisu yememişiz hiç” olmadım. (Çok mu acımasızım?)
Bir diğer konu ise ne zaman bir meydan dursak kafelerde oturan insanlar hep turuncu görünümlü gazoz gibi bir şey içiyorlardı. Oraya özgü olduğunu anladık ama adını öğrenemedik; markette filan satılmıyor sanırım, bilmiyorum yani. Tatmak için bir yere oturmak durumundasınız ancak İtalya’da bir kafeye oturursanız siparişiniz dışında bir de “Coperto” ödersiniz; bu fiyat ya kapıda ya menü de mutlaka yazar. Peki nedir? Servis ücreti denebilir veya servis açılması. Bu yüzden genelde “take away” tarzı şeyler alıyorduk biz. Bu gizemli içeceğin adı “Spritz” içinde alkol ve soda varmış. Tadı ise ilkten garip gelse de “yine içeyim ya tam anlayamadım” diye düşündürürüyor. Bence mutlaka denemelisiniz 😊
Spritz İçeceği, Roma |
Yazdıkça ve yazdıklarımla ilgili fotoğraflar ararken hatırlıyorum ne çok şey olduğunu… Son olarak birkaç şey daha anlatacağım. Roma genel anlamda mimarisi ve o oturmuş düzeni hissettiğiniz bir yer. Sokaklarda birçok heykel var ve ummadığınız yerde karşınıza müze veya şehrin önemli noktalarından biri olan bir yer çıkabiliyor - şehrin içine yedirmişler gibi. Bu yerlere örnek olarak Pantheon diyebilirim. Burayı duyduk ama gider miyiz bilmiyorduk, zaman kalırsa gideriz falan derken pat önümüze çıktı 😊 M.Ö. ki yıllarda -yılını net bilmiyorum da baya eski yani 😊- Roma tanrıları için yapılmış. Giriş ücretsiz! İçeri girdiğinizde tepede bir kubbe var ve ortası yuvarlak şeklinde açık olması ve içeriye ışık girmesi mekana ayrı bir hava katıyor. Bir de burada eski krallardan II. Vittorio Emanuele’nin cenazesi bulunuyormuş.
Kraldan bahsetmişken “koskoca kral anısına bir yer yok mu?” diye sorabilirsiniz. Tabi ki var! Vittorio Emanuelle II Abidesi’nin yeri çok kolay; ana caddeyi sonuna kadar yürüyün tam orada karşınıza çıkan kocaman bir yer. İçeriye girip dolaşabilir ve üst katlara çıkabilirsiniz. Tepeden Roma ayaklarınızın altında oluyor.
Roma’yı gezdik, bir de içinde hepimizin bildiği minik ülke daha var buraya kadar gelip de oraya gitmeden olur mu? Olmaz dediğinizi duyar gibiyim. Biz de aynı düşünceyle “Vatikan’a da gidelim” dedik. Gerçekten sadece bir meydan kadar diyebilirim. Meydan; Vatikan’ın içerisindeki müzeyi görmek isteyen insanlar tarafından döne döne kuyruk sarmallar ile dolmuş. Tabi biz o sırayı beklemek yerine etrafta dolaşmayı tercih ettik, sonrasında ise çıktık. Ama gidenlerden duyduğuma göre gerçekten girdiğinize değiyormuş- içeri girmeyen Vatikan’ı gördüm demesin gibi iddialı cümleler duydum tabi biraz üzüldüm ama bir daha ki sefere diyelim. 😊
Pelin
Yorumlar
Yorum Gönder